Önce Kültür ana sayfası Kategoriler başlığı içerisine "Kültür ve Sanat Haberleri" bölümü eklenmiştir.
"Kültür ve Sanat Haberleri" bölümü emekli assubay, tarih araştırmacısı, yazar Hüseyin Kocabaş tarafından yönetilmektedir.
Kültür ve Sanat Haberlerini buradan takip edebilirsiniz.
Önce Kültür
Sekelistan Türklerinden Ressam Julia DAVİD ile Sanat Tarih ve Kültürel içerikli bir röportaja başladık.Kaybettiğimiz özümüzü Sekelistanda bulduk.Enteresan olan bu güne kadar bize İslamla geldigini sandığımız arap kültürü olarak bildigimiz bazı adetlerin orta asya kaynaklı Göktanrı inancına ait oldugunu hayretle gördük.Röportajı yaparken şunu öğrendik Millet olmak başka bir şey hiç bir din Millet olmayı ortadan kaldıramıyor.İster Hristiyan olsun ister İslam aslolanın Milliyet olduğunu gördük görmeyenlere de buradan sesleniyoruz.Mevlam iki göz vermiş gör diyerek;
H.K : Ne zaman nerede doğdunuz. Anne ve babanızın mesleği nedir?
J. D : Transilvanya Sekelistanda doğdum 31 Aralık 1961 de Marosvásárhely şehrinde doğdum. Babam elektrik mühendisi. Rahmetli oldu. Annem ev hanımı gençken sekreterlik yapıyordu bankada çalıştı. İlk zamanlar Annem bana çok eski hun tarihi öğretiyordu. Okullarda duymadığım bilgileri çok ilginç olayları kendisinden duymuştum ilk kez.
H.K: Ne anlatıyordu hatırladıklarınız neler?
J.D: O da dedesinden duyduğunu söyledi. Birinci dünya savasındaki
hatırladıklarından bahsetmiş bir de sekellerin nerden geldiklerini.
Macaristan çok büyük bir ülkeymiş. 4 Haziran 1920’deki Trianon Barış
anlaşmasından sonra dörde bölündü. Biz simdi o yüzden Romanya da
yaşıyoruz. Okullarda tabi Romen dili mecburiydi. Ders olarak sınıflarda.
Babam beni dağlara, Karpatlara götürmüştü çok güzel geziler yaptık ve
orada da tabi tarihimizi anlatıyordu.
H.K: Size Anneniz hiç Osmanlı Türk İmparatorluğundan bahsetti mi?
J.D: Evet.
H.K: Neler anlattı nasıl bahsetti?
J.D: 1541’den sonra Transilvanya bağımsız bir devlet olarak kurulmuştur. Süleyman sultan bağımsızlık tanımış fakat vergi ödettirmiş. János Zsigmond ilk Transilvanya prensiymiş.
H.K: Erdel Prensliği olarak tarihte 1526 da Osmanlı idaresine bağlı iken 1683 yılında Osmanlı’dan ayrıldı. O dönemde yaşayanlar memnun muymuş, anlattılar mı?
J.D: Dediler ki Türkler Macaristani çok ağır savaşlarla yenerek aldılar fakat hiç bir zaman zararlar vermediler. Habsburglar, ve Ruslar bize çok büyük zararlar verdiler. Hem Romanya Sekellerine ve Macarlara.
J.D: Eski tarihi olayları anlatan Annem kral Atilla’nın efsanelerini
anlatırdı ve Csaba genç Kral’ın Saman yolunu gösterdi gökyüzünden.
H.K: Örf adet ve törelerinize göre ne tür alışkanlıklarınız var? Mesela
biz kötü bir şey konuşuldu mu tahtaya vururuz elimizle. Nazar boncuğu
takarız çocuklara siz ne yaparsınız?
J.D: Eski geleneklerimiz ve inançlarımız hala yaşamaktadır. Biz bunlara “babona ” diyoruz. Türkiye’de yaşadığım senelerde çok kez gördüm ki aynı bizim köylerimizdeki gibi inançlar var.
H.K: Eskiden kalan dokuma kilimleriniz var mı?
J.D: Mesela göz değdiğinde veya birisi çok korktuğunda zaman kursun dökerlerdi veya kapıların köşelerine kül sürerlerdi.
J.D: Kilimler var ve jeometrik motifler dokuyorlar.
H.K: Motifleri dikkatinizi çekti mi, Türkiye’dekilere benziyorlar mı?
J.D: Çok benzerlik gördüm Türkiye’de gördüklerim kilimlerle neredeyse aynıydı. En çok Gyimes tarafındaki motifler ve müzikler halk giyimleri ve Torockó tarafi.
H.K: Bizde bir de gökkuşağı renginde atkı, eşarp başörtüleri var eskiden gelen sizde de mevcut mu?
J.D: Çok benziyor köylerde kızlar taç “PÁRTA ” takarlar saclarına evlendikten sonra eşarp Párta zaten Güneşi sembolize eder. Günesin parlaklığı ve boncuklarla süslerler.
H.K: Siz de bizim gibi ölenlerinizi gömüyorsunuz ve mezar başların da ay ve yıldız güneş motifleri var bunun nedeni nedir?
J.D: Kalotaszeg tarafında bu Erdelin tam ortasında bulunan bir bölge kadınların etekleri iki taraftan bir siyah kaldırım süslüyor. Bu da ata binen eskilerden kalmıştır. Hunlar at binmede savaşmada ve avlamada çok iyilermiş. Kadınlar da bunu kıyafetlerinde muhafaza etmişler.
J.D: Sordunuz ay ve güneş sembolleri
H.K: Evet ne anlama geliyor?
J.D: Kusanlar ve ve heftalitlarin sembolleri
H.K: Bu ne demek?
J.D: Kusanlar kendilerini aydan geldiklerini anlatıyorlar.
J.D: Heftalitler de Güneşten geldiklerini anlatıyorlar. Ordos bir bölgede yasamış heftalit halkı eski bir İskit halkıdır ve bunlar Oğuzlardan akrabalarıdır. Sekellerin atalarıdır. Balambérin ataları. Bu semboller çok eski sembollerdir. Şimdi de gök renkli bayraklarımızın sembolleridir.
H.K: Çok enteresan bizde de Sirius yıldızından geldiğine inananlar var
J.D: Korkudan anlatamadım ben bunu duydum ve okudum. Anlatmaktan çekindim. Aslında ben inanıyorum Siriustan inmiş tanrıçamız var ANAHITA bizim inancımıza göre eski Göktürk alfabesini o öğretmiştir. Gökten gelen çok özle bilgilere sahip bir halktır Hun halkı. Dünyadaki İlk kültür bize Hunlara aittir. Hala onun imajını Orion’da görüyoruz YAY çekerek. Tablolarımda çok kez bu motifleri yerleştiriyorum. Eski sembolleri kanatlı güneşi, eşit kollu çarpı yıldız motifleri ve runik yazılardan oluşmuş motifleri ve bu sembolleri bizim kapılarımızda bol bol görürsünüz veya oymaklarda dokunmuş kilimlerimizde görürsünüz.
H.K: Çocukluğunuz nasıl geçti sizde çocukların oynadığı oyunlar nelerdir?
J.D: Ben çocukken uzun, uzun zamanlar Babamın köyünde geçirdim. Babaannem, dedem ve oradaki arkadaşlar komsular çevresinde. Benim orada geçirdiğim yaz tatillerin de ve ufakken oynadığım oyunlar bütün hayatıma renk vermişler. Bir birinden güzel anılar kaldı aklımda. Orada doğayı tanıdım, Doğa ve tertemiz bir dünya, belki sonradan resimlerini çizmeye başladım, bu güzelliklere borçluyum. Bahçe vardı ve kocaman tarlalar, kırlar. Bahçemizin kenarında bir küçük nehir vardı, ismi Nyárád.Nyárád nehirinde yüzmeyi öğrendim. Bir gün dedemin ufak bir alet kutusu varmış onun içine resim malzemelerimi koydum ve o şahane ve mükemmel doğayı çizmeye başladım. Sabah kayboldum ve keşfetmeye yollara düştüm. Hayvanları çok severdim, çiftçilik vardı orada zaten, bir de sebzeler üretiyorlardı. Vakit yoktu ki benlen uğraşsınlar. ÖZGÜRDÜM. O özgürlük ruhuma işlenmiş. Kimse değiştirememiş beni. Komsu çocuklarıyla sabah erkenden akşamlara kadar ağaçlara tırmanırdık. Mısır toplardık ve kızartırdık. Salıncaklara binerdik ve Kurumuş samanlara atlardık yükseklerden heyecan ve mutluluk verici günlerdi.
Babaannem kışları kilimler dokurdu ve “búboskemencede ” evfirini ‘da ekmek hazırlıyordu. O Ekmeğin nefis bir kokusu vardı. Unutulmaz.
Ailede kuzenler vardı dayım vardı herkes sağdı yaşıyordu. Toplandığımız zaman mutfakta uzun bir masa vardı ve çok neşeli bir aileydik çok kalabalıktık. Hayat vardı.
H.K: O fırın ekmeklerinin tarifini verir misiniz nasıl yapılıyordu? Ne isim veriyordunuz?
J.D: ilk önce unu mayayla karıştırırdı babaannem ve o hazırladıktan sonra bütün hamur ve tabii pişmiş sıcak pastırılmış patatesleri bir Tahta yalak içine koyardı.
H.K: Çocuk oyunları demiştim.
J.D: Aslında çocukken oyunları kız erkek birlikte oynardık. Erkek çocuklar ve kızlar aynı oyunları oynarlardı. Çamurdan kaleler yapardık. Mısırları koyduğumuz tahta barakalar yerler vardı. Genellikle evcilik oyunları oynardık.
H.K: Evlenmeler nasıl olur sizde kız isteme (Dünür olma) gibi bir adetiniz var mıdır?
J.D: Eskiden genç erkek bir kizin evine gitti zaman ve tabi niyetini belirtmeden önce ceketini asar bir yere. Eyer kız onu beğenmemişse ceketini alır evin dış kısmına asar. O zaman erkek anlar ki o kızdan yar olmaz..”kitették a szűrét” hala bu bir söz kalmıştır.
Ayrıca yün eğirme yerleri vardır. İplerle kilim dokuruz.
Orada kızlar birlikte neşeli sarkalar söylerler bir kız elindeki bir aleti yere düşürürse gördüğü erkeği beğenmiş demektir. Erkek onu yerden alır ama kızdan bir öpücük almak şartıyla verir.
H.K: Diyelim ki kız oğlanı beğendi evlenme adetleri nasıldır. Oğlanın Babası ve Annesi Kızın Ailesinden kızı oğullarına istemeye gider mi?
J.D: Çok değişikti bu adetler. Erdel bölgesi büyük ve çok renkli bir dünya. Hemen hemen vilayette ayrı ayrı adetler vardır. Ama tabii bizde her şey toplu olarak gerçekleşir. Köydeki tanıdık çevre kızın evin önünde şarkılar söylerler Şiir söylerler. En önemlisi kızların çeyizini de “tulipánosláda” diye bir kocaman tahta kutu içine yerleştirirler. Siz buna herhalde çeyiz sandığı diyorsunuz. Çok süslüdür. Her çeyiz bir at arabasının üstünde köyde dolaştırılır. Bunun amacı herkesin görmesini sağlamaktır.
Bir de çok güzel keramiklerimiz vardır.
H.K : Keramik ne?
J.D : Keramikler Korond bölgelerinde yapılır vazolar tabaklar ve fincanlar.
H.K : Topraktan mı yaplır?
J.D : Evet topraktan yapılır ekmek ve yemek pişirecek kaplar yapılır.
H.K : Boyama ve süslememi?
J.D : Evet çok eski laleli motiflerle boyarlar dışlarını
H.K : Düğünler de gelin Oğlan evine giderken ata biner mi Gelinlik ve duvak adeti var mıdır.Sizde de başlık parası âdeti var mıdır?
J.D: Paralar düğünde verilir. Bir de hediyeler verilir. Herkesin önünde yüksek sesle şakalar yapılır maniler söylenir şiirler okunur. Kalotaszeg Szék Torockó Gyergyó tarafında bir de Gyimes bölgelerde hala bu adetler devam eder. Şehirleşme ve kentleşme bu güzel adetlerimizi katletmiştir.
Kalotaszeg ve Székely köyler çok derin bir kültüre sahiptir. Oradaki halk hala eski el sanatlarını devam ettirmektedir. Gençler keramik ve dokuma isleri yaparlar.
J.D : Duvak ne demek?
H.K : Gelinin yüzünü öreten ince kırmızı tül ve başına tavuk tüyleri dikilir. Gelinin yüzü kapalı olur. Oğlanın evine giderken. Oğlan açar altın takmadan gelin yüzünü açmaz.
J.D : Kızların başında evlenmeden önce párta vardır taç sonrada tabi topuz yaparlar saçını örerler ve topuz şekilde toplarlar evlendikten sonra eşarp takarlar. Bunun renkleri de değişiktir. Yeni evli genç kadının ismi “menyecske” açık renkli eşarbı kırmızı renk de olur yaşı ilerledikten sonra koyu renk olur.
H.K : Sizde dini nikah var mı?
J.D : Evet var. Nikâh kıyarlar sonra da kiliseye giderler. Gelin gelinliğini giyer damat damatlığını giyer. Bütün akrabalar törende bulunur. Papaz onların nikah törenlerini yaptıktan sonra kutsallaştırdıktan sonra bütün nikah toplumu topluca yemek yemeye eğlenceye giderler. Düğünler eskiden köylerde 3 gün sürerdi. Eğlenceler halk danslarıyla devam eder.
H.K : Sizler Hristiyanlığın hangi mezhebine tabisiniz?
J.D : Bizler protestanız. Unitárius bir de Romalı Katolikler var. Bölgeden bölgeye değişir. Tabi bir takım eski gelenekler var çok önceki Hristiyanlaşmadan öncedeki adetlerimiz vardır. Bunlar eski Göktanrı inancından kalmadır.
H.K : 1981-1985 yıllarında Sanat Kolejin de okumuşsunuz? Bizdeki resim ve güzel sanatlar akademisi gibi bir Okul mudur?
J.D : Evet güzel sanatlar fakültesini Kolozsvár seherinde bitirdim Erdel’in kültür semtindedir orada ben textil bölümünde okudum ama daha grafi monumental resim heykel traslik Seramik ve design bölümler de varmiş ben textil bölümünü seçtim çünkü çocukken beni çok etkilemişti köylerde gördüğüm kıyafetler. Fakültede tabi çok soyut modern kilimler yaptık kompozisyonları kendimiz yarattık. Yünlerimizi bile kendimiz boyaladık ve kuruttuktan sonra hazırladık dokumaya bu kilimleri büyük boy mesela 2 x 2 metre bile vardı. Çok çalıştık, bazen saat 12’lere kadar. Bir de dersler vardi. Sanat tarih, filozofi, estetika. Sınavlar vardı bir fakülteye girmek için çok zordu çünkü biz Macar asıllıydık ve Romenler daha avantajlıydılar 7 yer vardı ve 140 kişi imtihana girdik. Benim sınıfımda 4 kişi Macar vardı ve 3 Romen sınıf arkadaş. Yani çok çabaladık ve resimlerimizi çok tecrübe kazanmak için önceden hazırlandık daha sınıfa girmeden…
H.K: Doğum adetleriniz nasıldır çocuğa nazar değmesin diye nasıl bir uygulamanız vardır. Bizde doğum yapan anneye al basmasın diye kırmızı eşarp takarlar. Çocuğa da sarı kıyafetler giydirirler sizde de buna benzer adetler var mıdır?
J.D: Eskiden köylerde kadınlar doktora gitmezlerdi. Köydeki ebeler yardım ederdi. Bazen o da olmayınca, mesela tarlada çalışırken, tek başına doğururlardı bebeklerini. Bebekleri yıkarlardı ve ebenin yardımıyla çocuğun doğum sonrası bakımını yaparlardı. Doğum yaptıktan sonra bu bir gelenektir hiç ev isi yaptıramazlar yemekleri diğer aile fertleri yapar. Genelde kimyon çorbası içirilir.
H.K: Bizde yeni doğan çocuğu tuzlu suda yıkarlar vücudu kokmasın diye sizde böyle bir adet var mı?
J.D: Hatırlamıyorum. Biz de doğum yapan Annenin kırkı çıkana kadar hiçbir iş yaptırmazlar kuyudan su bile çektirmezler.Derlerki Kuyudan su çekersen su kurtlanır derler bir tabir olarak.Bebeye nazar demesinler diye kırmızı kurdele takarlar. Beşiğine de sarımsak koyarlar. Sarımsak zehirli akrep ve yılanlara karşı dır. Kuyudan temiz su çekerler bir bardağa koyarlar bardağa ısıtılmış kömür parçası atarlar o suyu içirirler kalan suyu da başından aşağı dökerler. Suyun kalan bir kısmını kapının kösesine dökerler.Bizde yine sizde olduğu gibi birebir aynı nazara karşı koruma amaçlı kurşun döktürme adetimiz vardır.Bu adette Orta Asya dan gelen bir kültürümüzdür.
H.K : Bizde de doğum yapan kadına Anadolu da Albasar dedikleri adet gereği kırmızı eşarp takdırırlar.Çocuğu da sarı giydirirler.
J.D : Üç kez dua okurlar. Bizde Vaftiz olurlar çocuklar çok ufakken daha 3 aylıktan sonra hatta daha önce kilisede papaz Vaftiz eder ve dua okur. Çocuğun bir de Vaftiz Annesi ve Babası olur. Bu genelde bir problem olduğunda bu Vaftiz veliler çocuğa destek verirler.
H.K : Orada çocuğa isim verme adeti nasıldır. Çocuğa verdiğiniz isimler genellikle kimin isimleridir. Bizde çocuklara genellikle dedesinin ve ebesinin ismi verilir siz de böyle bir adet var mı?
J.D : Bazen dedenin bazen babasının ama artık çok değişik farklı isimler de koyuyorlar. Hatta derler ki büyük Miháil küçük Miháil diye çağırırlar.
H.K : Sizde erkek çocuklar da eskiden sünnet olma adeti var mıydı?
J.D : Hic olmadı bizde. Bu bence eskiden de yoktu Müslümanlıktan gelen bir adettir. İslam halklarında bu adet benim kişisel fikrim çok önemli aslında ve çok sağlıklı bir adettir.
H.K : Bizede İslam emri diye birtakım Arap adetleri girmiş onları ayıklamak için soruyorum özellikle
J.D: Eskiden duayı biz mesela kolumuzu uzatarak ellerimizi acık tutarak yapardık. Dua her zaman Göklere el açılarak yapılırdı. Bu da sonradan 800 lü yıllardan sonra Géza fejedelem den sonra değişmiştir.Dualar genelde her zaman okunurdu tarlaları ektiğimiz zaman özellikle.
H.K: Dualarınız nasıldır?
J.D : Tanrım bize yardım et sesimizi duy şeklindedir ama eski dualarımız başkaymış yane tanru yarattığı her şeylen birdi biz de tanrını bir parçasıydık kesinlikle korkuyla dua etmedik çünkü bizi seven bir ata gibiydi Tengri.
H.K : Eski dualarınızı hatırlıyorsunuz mu?
J.D : Gökyüzüne bakarak ve kollarımızı kaldırarak ellerimiz acık şekilde dua ettik
H.K : Tam metni var mı?
J.D : Sadece kitaplardan okudum. Tanrı ki her şeyi sen yarattın ve her şeyin yolunu sen bilirsin Yukarda olanları da yerde olanları da. Senin isteğin kutsal ve istediğin şekilde olsun, Amin. Kesinlikle yadırgama ve öfke kin yoktu çünkü her şeyin sebebi yukardan belirlenir yani kader dedikleri şey. Halkın bir de her şeyi yöneten çok büyük inanca sahip önderleri vardi TÁLTOS’lar bunlar bir ŞAMAN di. O İnancı halk devam ettirdi. Yasakladılar çok ŞAMAN’ı öldürdüler ama yine de halk kuşak kuşak bu inanç ve bilgileri devam ettirdi babadan oğula kuşaktan kuşağa devam etti. Zaten bu otlarla olan tedavileri de hep bu eski Táltos’lardan öğrenmişlerdir. Bu bilgiler Göktürk alfabesiyle yazılmış runik yazılardır gizli gizli sakladılar bilgileri. Kadınların bir kutsal rolü vardı. İnançları ve bu bilgileri de Analar kızlara öğretmişlerdir.Tansiyonu olanlara elma ağacının kökünü meyve alkolüne ilave ederler ve onu içirirler.
H.K : Sizde önceden hangi hastalıklar nasıl tedavi ediliyordu. ŞAMAN’ların tedavi yöntemleri nasıldı?
J.D : Hastalığın ağırlığı ve şekline göre değişik tedaviler uygulamışlar. Mesela üşütmüş boğazı ağrıyan kişilere bir kesme şekere biraz petrol dökerler içirirler boğaz ağrısı geçer. Bana bile annem verdi ve iyileştim. Çaylar Ihlamur içirirler ve sıcak örtü ile örterler. Hastanın Terlemesi sağlanır. Bazen soğan ve kimyon kaynatırlar nu içirirler. Eğer birisinin ayağı donmuşsa soğuktan lahana yaprağı sararlar. Eyer birisi akciğerini üşütmüşse yaban turpu rendelerler ve göğsüne koyarlar. Çiçek hastalığına yakalanan çocuğu ısıtılmış fırın içerisine çocuğu ısıya dayanabilecek derecede tutarlar hastalık geçer.
H.K: Bizde çocukların ilk dişi çıktığın da “hedik” dediğimiz buğdaydan kaynatılmış içerisine nohut konmuş bir çerez türü vardır. Komşulara dağıtılır? Sizde böyle bir adet var mı?
J.D: Bilmiyorum onu
H.K: Çocukların kıyafetlerine nazar bocuğu veya ağaç parçasından yapılmış nazarlık takarlar bizde, sizde de böyle adet var mı?
J.D: Bizde alttan giydiği küçük gömleği ters giydirdiler nazar değmesin diye
H.K: Bizde çocuklara tahtadan beşik dediğimiz bir yatak yaparlar sizde böyle bir adet var mıdır?
J.D :Bizde köylerde çocukları beşiğe koyarlardı . Gyimes tarafinda da yalak içine koyarlar.
H.K : Evlenme adetlerine geri dönersek gelinin ve damadın eline kına yakma adeti var mıdır? Kınanın ne olduğunu biliyor musun?
J.D : Evlilik törenleri çok ilginç kına bizde yok ama kına gecesi ne benzer bir tören var. Kız arkadaşlarıyla birlikte olur ve genelde üzüntülü şarkılar söylerler. Bu bir nevi anne evinden vedadır.
H.K : Bizde bu adetin adı Gelin ağlatmadır.
J.D : Evet bizde de Gelin ağlatmadır.
J.D : Nikah kıyıldıktan sonra halk damadın ve gelinin başından çiçekler be buğday dökerler evlilikleri bereketli olsun bol bol çocukları olsun diye.
H.K : Enterasan demek ki bu adet Orta Asya’dan gelme, bizde de Gelin Damadın evine inerken başının üzerinden buğday saçılır.
J.D: Gelinin bütün çeyizini at arabasına yüklenir orada çeyiz sandığı yatağı süslenmiş el işlemeleri dikilmiş güzel yastıkların üstüne gelini oturtur ve bütün köyün ortasında damadın evine kadar götürürler. Herkes seyreder gelin de en güzel elbiseleriyle ve saçlarında taç takılmış şekilde görülür. Evlilik törenleri çok görkemli ve çok eski gelenekleri taşır. Düğünden sonra gelinin saçlarını topuz yaparlar bu topuzu en son bir eşarpla kapatırlar.
H.K : Sizde Gelin ve Damadın sağdıç dediğimiz yardımcısı danışmanı var mıdır?
J.D : Evet “ vöfély ” diyoruz bu kelime anlamı ışık veren aydınlatan demektir.
H.K: Düğünler de silah atma at yarışı veya güreş gibi adetleriniz var mı?
J.K : Biz de kırbaç patlatma derler bazı köylerde bir sopanın ucundaki deri ip genelde atları kovalarken elde tutulan deriden yapılmış ip. Bizde bir de BARANTA denen bir oyun var uzun çubuklarla oynanır.
H.K : Japonlar da “ kenda” denen bir spor dalı var onamı benziyor?
J.D : Evet aynı benziyor.
H.K : O zaman sizin Japonlarla da akrabalığınız var.
J.D : Baranta cok eskiden kalmis bir orta asyadan gelme bir oyundur.Hala gruplar var bu törenleri devam ettirirler. Macaristandaki Turan Kurultayında da vardı.Bir de yay çekip ok atma yarışı vardır. Atin üstünde ok atılır hareket halindeyken.
H.K: Yemek kültürünüzü çok merak ediyorum.Ne tür yemekler yaparsınız.Yani et yemekleri hamur yemekleri sebze ve balık tavuk türü yemekleriniz nelerdir?
J.D: Yemeklerimiz cok cesitleri var ve bazileri tam türk mutfağının aynısıdır. Hamurdan yapılanlar var, sarmalar ve dolmalar var sebzelerden yapılan salatalar ve hatta turşularımız aynıdır. Türkiye’de yaşadığım için aynı turşuları gördüm ve çok nefisler. Balıkları unla kızartırız. Baharatlarda çok benzerlik gördüm. Yemeklerimiz: lahana sarması, biber dolması, köfteler, kekler hatta en önemlisi sizde somun denen ekmek bizde de fırında pişirilir. Sizdeki katmere ve bazlama ya benzeyen ekmeklerimizde var.
Yoğurt aynı sizdeki gibi yapılır. Yoğurt bizde yanık tedavisi için cilde sürülür.
H.K: Aynı uygulama bizde de vardır.
Hunların 4 boy ve her boyun 6 kolu olduğunu söylemiştin bunların isimleri nelerdir?
J.D: Bazı yerlerin ve bölgelerin ismi bunlarin ismini tasiyor. Bunlardan bildiklerim; Vácmány Nagyadorján, Csík, birda garasındaki yerin adı Tuzla, Köktürklerde de Cik tutuk vardi Sekellerde bir bölgenin ismi Csík buraya hudut en batı tarafı Sekelistanın bu Csíkszereda belki bu yüzden bu isim veridi. Birde Kál adlı yer var. Székelykál kal = yerinde kalmak anlamı taşıyor yani vatanı korumak amacıyla burada yerleşmişler ve köyün ismi şu an Székelykáldır. Nagyadorján, Uzonka bir yer ismi de oğuzca bir isimidir. Adorján = odurman, Vácmány bu kelime İngilizce, CsikMacarca, ama en ilginci Tuzla kelimesidir.
H.K: İstanbul’da bir semtin adıdır Tuzla başka Balkan Ülkelerinde de de var.
H.K : Anadolu’yla Orta Asya’yı birbirine bağlayan kültürel bağlar arasında bir de tamga dediğimiz şeyler var sizde de bu şekilde işaretler varmıdır?
J.D: Belki eski paralar ve Amuletler vardı runik yazılı paralar bulundu Tatárlaka da, bunlar en az 7000 senelikdir.
H.K: O runik yazıların ve paraların resimleri varmıdır? Amulet nedir ne demek ne anlama geliyor?
J.D: İnsanlar boyunlarına asarlar veya yakalarında taşırlar ve üstünde bir dua yazilidır. Boldogasszony.
J.D : Yani üzerinde eski tanrımıza hitaben bir dua yazılıdır.Macar Sümerolog Jos Ferenç bu yazıyı okumustur.(Bizi koruyan! Her sırrın görkemli Tanrıcası. Bizleri gözeten iki gözün bizi korusun.Göktanrımızın isiginda!)
H.K: Bizde buna muska derler.
H.K: Biz musganın islamdan gelen bir adet olduğunu biliyorduk o zaman bu adetin İslam’dan gelen bir adet olmadığı anlaşılıyor.
J.D: Kesinlikle muska adeti size İslam’dan gelmemiştir çok eski gök Tengri inancından gelmiş bir inanıştır.
H.K: İçerisine Kur’an’dan dua yazar koyarlar.
H.K : Bir de şu taltoslar konusunu hala anlayamadım. Bunlar bir tür şifacı dediğimiz Şaman’laramı benzer?
J.D: Evet. Taltoslar Şaman’lara benzerdi. Táltoslar o eski dönemlerde cok büyük bilgilere sahiptiler mesela insanları hastaliıklardan iyileştirirlerdi ve geleceği bilirlerdi. Ateşin dumanından geleceği görürler ve söylerlerdi. Onlar Şamanlardan önceki Din adamlarıydı.
H.K: Biz onlara falcı veya kahin diyoruz.
J.D: Bir ağacın üstüne yerleşirler ve orada üst dünya ile iltibat kurarlardı.
H.K: Bizde buna Ruh çağırma derler.
J.D: Bu farklı bir şeydir. Herkes Toltosolamaz. Fazla bir kemik olması lazım elinde.
H.K: Yani doğuştan 6 parmaklımı olması gerekir?
J.D: Evet, ondan bilirler ki, bu çocuk ilerde táltos olacak diye. Onlarin yüzü örtülüdür ve taç takarlar geyik boynuzuna benzer. Bir davulları vardır. Onun sesi farklı bir frekans sesi verir. Onlar ruhi olarak yükselirler ve gök yüzündeki ruhlarla bağlantı kurarlar.
Eski dokuman yok ama HoppálMihály bir araştırmacı bu Şaman bölgelerini araştırdı ve fotograflar topladı aslinda eski Hun Halkıda aynen öyle görünüşü fark yoktu eski mongol burjátve mandju táltoslár macar táltosaynesi gelecegi bilmişlerdir.
Hayvanlarla bile telepatik komünikasyon yapabililrer insanların düsüncelerini okurlar ama en önemlisi hastalıkları tedavi ettiler.
H.K: Telepati için hangi yöntemler kullanıyorlardı?
J.D: Dünya evrenler Kutup Yıldızı ve bir Hayat ağacı vardır dünyamızın göbeği bu hayat ağacına bağlıdır bu bilgileri yukarı ile irtibat kurarak verdiler.
Onların yaşamı ve eski Hunların yaşamı zaten evrene ve doğaya saygıdan ibarettir.
H.K: Enteresan doğaya saygı konusunda ABD’de yaşayan Kızılderililerle aynı hassasiyetleri taşıyorsunuz.
J.D: Hayvanlara ve sulara saygı ana toprağa saygı genç ağaçları kesmezler ve ay yeni doğarken harekete geçerler bu çok önemlidir. Yani dolunay çıktığı zaman savunmaya çekilmişler evlilik kıymamışlar çünkü yeni ay şans ve bereket demektir bunları Şamanlar bilirler ve halk onlara saygı gösterir krallar bile.
Tengrikut’un hayatını okudum ve çok enteresanmış Tengrikutu bir Táltos büyütmüş ve kurdu vardı bir de şahini onlarla konuşuyordu en son Çinlileri yendi ve Hunları teşkilatlandırdı bir araya topladı aynı Metehan gibi taltosları bir de yardımcı ruhları kullandi.
H.K: Cenaze adetlerinize gelmek istiyorum birisi vefat ettiğinde ne yaparsınız?
J.D: Öleni yıkarlar ve evin içine giydirilmiş şekilde uzatırlar sonrada 1 veya 2 gün bekletirler.
H.K: Öleni yıkama protestanlıktan gelmemidir öncesindenmidir?
J.D: Bilmiyorum galiba eskiden aldılar, ağladılar yanında ve dualar okudular.
H.K: Sizdede ağıt varmı ağıt nedir biliyormusun?
J.D: Ağlayan kadınlar, Síratóasszonyok deriz.
H.K: Hem ağlar hem üzüntülü mani söylerler.
J.D: Evet bizde de aynıdır. Ondan sonra papazı cağırırlar ve kutsal dualar okurlar ölenin hayatını ve anılarını söylerler iyiliklerini anlatırlar. Aile bütün işlerini kapatır ve vefat eden kişinin varsa borcu ödenir.
Genç kadın eğer doğum sırasında ölürse dört kadın bir beyaz örtü açarlar üstüne ve mezara öyle götürürler mezarda toprak atarlar cenazenin üstüne.
H.K: Bizde kefen derler bizde beyaz bir beze sararlar.
J.D: Tabi onu evde sararlar tabuta koyarlar. Bir de tor yapılır yemek ve içki ikram edilir.
H.H: Kadınların ağıtlarından örnek varmı yazılmış?
J.D: Bizim inanışlarımıza göre 40 gün kadar ruhları tabutun yanında kalır hatta evde bile dolaşır 40 gün sonra ruh kalkar ve üstün dünyaya gider falan ruh ayrılamaz.
H.K: Bizdede 7. ünü ve 40. günü yemek verilir. Sizde de böyle bir adet varmı?
J.D: Evet bizdede aynı adet vardır. Komşular gelir başsağlığı dilerler tabii yemek de verirler.
Bazı bölgelerde beyaz giyerler siyah elbise ruhun ölümsüzlügüne inanırlar 7 gün falan verilir yemek bence hatta neşe içerisinde olur insanlar inanırlarki mutsuzluk öleni burakmazki ayrılsın bu hayatın ve evrenin kanunudur.
H.K: Sizde öleni yakma ve mumyalama geleneği varmıdır?
J.D: Hayır biz de önceden ölü yakma adeti yoktu ama son zamanlarda şehirlerde başladı ama köylerde öyle bir uygulama yok. Mumyalama adetimiz de yok.
H.K : Bizde yünden ip yaparlar bunun içinde bir alet kullanırlar tahtadan adına da kirmen derler sizde yünden ipi ne ile yaparlar?
J.D : Bizde Cikrike dediğimiz kuyulardan su çekerken kullanılan sizde çıkrık dedikleri eller çevrilen alete benzeyen bir alet vardır.Biz yünden onunla ip yaparız.Bizdeki adı Roka Cikrike dir.
H.K : Bizde kilimleri dokumak için mekik diye bir alet kullanılır sizde kilimler ne ile dokunur?
J.D : Bzide de ahşaptan yapılmış Mekik denen bir alet vardır kilimler onunla dokunur sizdekinin aynısıdır.
H.K : O zaman demektirki iki toplum da aynı Halktır.Akrabadır.
H.K : Bir de oya derler bizde kızlar çeyiz yaparlar ve tığ dediğimiz bir aletle örerler sizde de var gördüğüm kadarıyla siz ne ile örersiniz?
J.D : Bizde de aynıdır.
H.K : Sizde kadınlar boyunlarına altın takarmı?
J.D : böyle bir gelenek yok ama boncuk takarlar.
J.D : Birde boncukla süslenmiş kiyafetler var.
H.K : başka çeyiz için neyaparlar sizde genç kızlar.
J.D : Örtüler havlu danteller dokuma carsaflar, yastıklar yaparlar.
H.K : Mendil de yaparlarmı bu işlemelerden?
J.D : Evet yaparlar.Bir de bastırılmış yün den bir şey yaparlar çadırlara örterler.
H.K : Biz de keçe dedikleri bir şey var tarifinize uyan hatta çobanlar soğuktan ve yağmurdan korunmak için giyerler dağda su geçirmez.
Osmanlının 473 Yıldır Yaşayan Ruhu Mesir Festivali …
Osmanlının
473 yıldır yaşayan ruhu Mesir Festivali bu yıl Uluslarası boyut
kazandı.Tam bir karnaval havasında geçen festival Manisa da renkli etkinlikler düzenlenmesine yol açtı.
Festival etkinlikleri kapsamında Manisa Belediyesi ve İl Kültür
Müdürlüğünün sponsorluğunda 4 gün çalışma yapan TİMYA Sanat Grubu ve
Femin & Art Kadın Sanatçılar Derneği Bursa Şubesi Ressamları
Manisa’yı resmettiler.
MESİR
MESİR
dilimizde gezilecek yer , gezi yeri anlamına gelmektedir. Anadolu ve Ön
Asya'nın çok eski bir geleneğinden gelen Mesir'in 5000 yıl öncesinde
bile örneklerine rastlamak mümkün. Genel Tıp kitaplarının bir kısmında
mesir'e benzeyen bir macunun Sümerliler zamanında kullanıldığını
yazmaktadırlar. İlk defa Sümerliler ünlü şehirlerinden biri olan NİPPUR
da ana maddesi İSİN olan bir otla çeşitli baharatları kaynatarak bir
macun elde edip bunu altın kapta saklayarak ilkbahar aylarının
başlangıçlarında hastalara ikram ederlermiş. Aynı şekilde hazırlanmış
çeşitli macunların dertlere şifa olması amacıyla Ön Asya ve Anadolu
medeniyetlerinde dağıtıldığı kaynaklarda belirtilmektedir.
Mesir Macunu; Mutasavvıf Hekim Merkez Efendi tarafından bulunmuştur.
MESİR MUCİDİ MERKEZ EFENDİ
500
Yıla damgasını vurmuş olan bir olayın kahramanından bahsetmeden önce
devre damgasını vurmuş olan zamanının büyük hekimi Merkez Efendinin
hayatından biraz aktarımda bulunalım.
Merkez Efendinin asıl
adı MUSLİHİDDİN EFENDİ 15 yy. ikinci yarısında 1460 yılında Denizli'nin
Buldan ilçesine bağlı Sarımahmutlu köyünde doğmuştur. Ailesinin Selçuklu
Germiyanoğullarının bir koluna bağlı olduğu tahmin edilmektedir. İlk
öğrenimini babası Hafız Mustafa Efendinin yanında tamamlamıştır. Daha
sonraki öğrenimi için babasının yakın dostu olan zamanın ünlü
bilginlerinden Hızır Ahmet Paşanın yanına Bursa'ya gitmiştir. Burada İlk
ve orta öğretime karşılık gelen zamanın ilk medrese öğrenimine başlar
ve başarı ile tamamladıktan sonra hocası tarafından zamanının en ideal
üniversitesi olan İstanbul Fatih Medresesine kayıt yaptırır.
Buradan müderris (Hoca) ünvanı alarak mezun olur. Uzun yıllar İstanbul ve çevresindeki illerde öğretmenlik yapar.
MERKEZ EFENDİ BİMERHANEYİ KURUYOR
1520
yılında Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi Yavuz Sultan Selim'in eşi
HAFZA SULTAN eşinin ölümünden sonra oğlu Kanuni Sultan Süleyman'ı Manisa
Valiliğinden alarak İmparatorluğun başına getirir. Kendisi bir süre
daha Manisa'da kalarak kendi adına inşaa ettirilmesini istediği eşinin
cami ve külliyesini tamamlamaktır.
Hafza Sultanı'ın isteği
titizlikle inşaa edilen bu ilim, kültür ve sosyal kurum başına otoriter ,
konusunda bildigi , uzman bir kişiyi getirmektir ve sonunda Merkez
Efendi Manisa'ya tayin edilir. 1523 yılında başına geçtiği Sultan Camii
ve Külliyesi oluşturan birimler; Sultan cami , medrese , Sıbyan mektebi ,
imarethane ve hamamdan oluşmaktadır.
Merkez Efendi Manisa'ya
yerleştikten kısa bir süre sonra halkın sorunları ile yakın ilgilenmeye
başlar. Hasta olanlar için çeşitli otlardan ilaçlar yaparak onları
iyileştirir. Bu çalışmlar üzerinde imarethanenin bir kısmı BİMERHANE'ye
(Sağlık Bölümü ve Revir) dönüştürülür. Hastalar artık burada tedavi
edilmeye başlar. Bir süre sonra burası yeterli gelmemeye başlar. Merkez
Efendinin talebi üzerine saraydan ödenek gönderilerek 1526 yılında
bugünkü yerinde BİMERHANE'nin DARÜŞŞİFA'nın
bir kısmı inşaa edilir. Buraya BİMERHANE, DARÜŞŞİFA, TİMARHANE,
SİFAHANE isimleride kullanılmaktadır. Burası yapısı ve kullanımı itibari
ile tam teşekküllü her tedavinin yapıldığı bir hastanedir. Günümüzde
buralara değişik yakıştırmalarda bulunulmakta buraların yanlızca akıl
hastaneleri olduğu aktarılmaktadır. Ancak tarihi kayıtlardan
incellendiğinde bu tür yerlerin tam bir hastane olduğu ortaya
çıkmaktadır.
Darüşşifa'nın açılmasında kısa bir süre sonra Manisa
Valisi Şehzade Mustafa'ya Kanuni Sultan Süleyman tarafından acil bir
mektup gelir. Hafza Sultan'ın bir hastalığa yakalandığını ancak tüm
doktorların çabasında rağmen iyi edilemediği yazılıdır.
MESİR MACUNU BULUNUYOR
Merkez
Efendi'ye durum bildirirler. Bunun üzerinde yoğun bir çalışmaya başlar.
Sonunda 41 değişik baharattan ürettiği macunu tarifi ile beraber saraya
gönderir. Hafza Sultan, üretilen bu macun ile sağlığına tekrar kavuşur.
Bu olaydan sonra Merkez Efendinin ünü imparatorluk sınırlarını
aşar.Merkez Efendi bu durum üzerine Manisa iline ekonomik katkıda
bulunabilecek bir plan hazırlar;
· Her yılın belli bir gününde sergi düzenleyerek, bu sergide bizzat halkın kendi el emeği ürünleri tanıtmak,
· Civardan gelen halkın Manisa'ya ekonomik ve sosyal canlılık getirmesini sağlamak,
·
Bunun için buraya gelen halkın, sağlığını korumak ve macunu yiyenlerin 1
yıl boyunca zehirli böcek sokmalarından korumak amacıyla macunun
dağıtılmasını sağlamak,
· Spil dağı eteklerine kurulmuş olan Manisa'nın Gediz ovasına kayarak halkın birbiri ile dayanışmasını sağlamaktır.
Mesir
Macununun halka saçılacağı ve bu planda anlatılanların yapılacağı gün
olarak da 22 Mart tespit edilir. İran Mitolojisine göre bahar bayramı
kabul edilen bu gün seçildiği belirtilir. Kimilerine göre de bugünün Hz.
Ali'nin doğum günü olduğu da söylenmektedir. Ancak halk içerisinde
yaygın olarak bilinen Bahar bayramına denk getirilmesidir. Kesin
olmamakla beraber ilk mesir macunu dağıtımının 1527 - 1528 yıllarına
rastladığı sanılmaktadır. 1529 yılında Şeyhinin ölümü üzerine Merkez
Efendi İstanbul'a giderek yerine geçmiş ve burada eğitim vermeye devam
etmiştir.
MESİR MACUNUN YAPILIŞI
Mesir macunu 41 değişik baharattan oluşmaktadır. Bu baharatlardan bazılarına örnek verelim;
ANASON: İştah açıcı ve karminatif olarak kullanılır. Karminatif etki barsaklardaki fermantasyona engel olmasından ileri gelir.
HİNDİSTAN CEVİZİ ve BEŞBASE: Kaynatılmış suyu mide ağrılarına iyi gelir. Etkisi bileşimdeki uçucu yağlardan ileri gelir.
ÇİVİT: Halk arasında kabakulak ve pnömonide iyi gelir. Bebeklerin ağız mukozasındaki ağrılı yaraların tedavisinde kullanılır.
ÇÖPÇİNİ: Kökünün kaynatılmış suyu ekzemede kullanılır. Bileşimindeki tanenden dolayı astrenjan etkisi vardır.
ÇÖREK OTU: Gaz söktürücü olarak kullanılır.
DARFÜLFÜL: Bedeni ısıtıcı ve öksürük kesici olarak kullanılır
HARDAL TOHUMU: İştah açıcı ve mideyi yatıştırıcı olarak toz halinde kullanılır. Cilt hastalıklarında iltihabı ve ağrı giderici etkisi vardır.
HAVLİCAN: Öksürük kesici ve ağız kokusu giderici olarak kullanılır. Sindirimi kolaylaştırır, gazı dağıtır, balgamı giderir.
HİYARŞENBE: Mushil olarak kullanılmaktadır. Bileşiminde antrekion türevi vardır.
KAKULE: Lezzet verici , gaz söktürücü, iştah açıcı olarak kullanılır.
KARABİBER: Öksürük kesici, uyarıcı ve baharat olarak kullanılmaktadır.
KARANFİL: Ağız kokusu giderici, diş çürüklerinde ve ağrılarında kullanılır. Bileşimindeki karanfil esansı antiseptik ve ağrı gidericidir.
KEBABE: İdrar ve solunum yolları antiseptiği olarak kullanılır.
KİMYON: Baharat, gaz söktürücü, iştah açıcı ve terletici olarak kullanılır.
Mesir
macunun asıl kullanımında bulunan baharat çeşitlerinin bir kısmının
doğa da artık bulunmuyor olması nedeni ile mevcut baharatlar ile bu
işlem yürütülmektedir. İşte kullanılan diğer baharat çeşitleri;
Yenibahar,
Zencefil, Galanya, Krem tartar, Kişniş, Havlıcan, Anason, Sakız,
Safran, Tarçın, Udülkahr, Hardal, Misrafi, İksir, Meyan Kökü, Kalemi
barit, Tiryak, Sarı helile, Kara helile, Raziyane, Zerdecub
MESİR MACUNUNUN TIBBİ DEĞERİ
Yukarıda
bazılarını saydığımız bazı bitkilerin farmakolojik özellikleri göz
önünde bulundurularak macunu iştah açıcı, gaz giderici, barsak
paristalizmi arttırıcı, idrar yaptırıcı, uyarıcı ve afrodizyak etkileri
taşır. Eski hekimlerin düşüncelerine göre insanların kışın kuru gıda
aldıklarından kanları koyulaşır, pislenir, iç organları çalışma düzenini
kaybeder. Bu nedenle insanların sıvı dengesini ayarlamak gerekir.
İlkbaharda yeşil, taze bol gıda ortaya çıkınca o devrin insanları kan
aldırmak, lavmanla barsakları boşaltmak, divretiklerle bol idrar
yaptırmak sureti ile vücudun dengesini kendilerine göre ayarlarlardı. Bu
işe gecenin ve gündüzün eşit olduğu nevruz gününde başlamak gerekirdi.
Hipokrattan beri gelen ve hekimlerce kabul edilen dört unsur teorisinin
bir neticesidir.
MESİR MACUNUNUN FAYDALARI
İştah
açıcı; gaz giderici, kuvvet verici, idrar yaptırıcı, yorgunluk
giderici, hormonları hareket ettirici etkileri vardır. Bunların yanı
sıra zehirli hayvan sokmalarına karşın bir etkisi de mevcuttur.
Halk arasındaki bazı inanışlardan alıntılar vererek yazımıza nokta koyalım.
· Bu macundan kim yerse yesin o yıl boyunca hiçbir zehirli hayvan sokmaz.
· Nevruz günü ağır hastalar bile yese iyi olur.
· Macunu yiyen gelinlik çağındaki genç kızlar o yıl içerisinde evlenirler.
· Macunu yiyen o sene boyunca bütün hastalıklardan korunur.
· Cinsi kuvveti arttırdığına inanılır.
· Çocuğu olmayanlar alırsa arzuları gerçek olacağına inanırlar.
· Çocuk hastalıklarına iyi gelir.
Huseyin Kocabaş
MÜNEVVER ÖZDEMİR
Türk Halk Müziği İstanbul Radyosu Sanatçısı
Merhaba Hüseyin Bey. Öncelikle ilginize teşekkür etmekle söze başlamak istiyorum. Tüm Belçika’daki türkü sever dostlara da sizin aracılığınızla sonsuz saygı ve selamlarımı iletiyorum. İstanbul’da doğdum. Aslen Şanlıurfalıyım. Çocukluğum kalabalık ve şen bir ailede geçti. Küçükmece, Şehremini, Avcılar civarında büyüdük kardeşlerimle.
Basınköy, Çapa İlkokulu, Fındıkzade Ortaokulu, Avcılar 50. Yıl İnsa Lisesi ve Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nda okudum.
Dört kardeşiz. Ablam işletme, kız kardeşim ticaret, erkek kardeşim ses teknikerliği mezunu. Aynı zamanda müzisyen.
Edebiyat okumak istiyordum. İdol edinmedim ama etkilendiğim sanatçılar olmuştur elbet.
Ailem Suriye’nin Hama kentinden gelip Şanlıurfa’ya yerleşmiş olan bir ailenin devamı. Geleneklerimiz ve aile yapımız köken itibariyle hem Türkmen hem Arap kültürüne yakınlık gösteriyor.
İlk defa böyle bir soruyla karşılaştım ve hafızamı yokladımJ Sanırım öğrenimim sırasında elişi derslerinde ödev olarak hazırladığım birkaç etamin işi ve dantel vardı ama annem onları hiç bulunamayacak şekilde saklamıştır kesinJ
Birçok insan gibi nazara inanırım. Ama çok da ehemmiyet vermem böyle şeylere.
Tiyatro ve halk müziği korolarında görev aldım.
10.Babanızın eğitimci bestekar bir müzisyen olduğunu biliyoruz. Size beşikte iken müziğe kulağınız aşina olsun diye saz ve müzik dinletmiş midir?
Ailemizde müzik zaruri ihtiyaçlardan hemen sonra gelen bir unsur olduğundan bu soruya kesinlikle diye cevap veriyorumJ
11.Türkmen hoyrat ve gazellerinde Kerkük ön plana çıkmaktadır. Sizinde Kerkük de bir konser verme gibi bir niyetiniz var mı. Oradan bir teklif gelse gidermişiniz?
Kerkük benim ikinci yurdum gibi. O kadar yakın hissediyorum. Elbette bir organızasyon olursa gidip hemşehrilerimi görmekten büyük mutluluk duyarım.
12.Müzik eğitimi almak için kura gittiğinizi biliyoruz. Hangi enstrumanları çalarsınız Hocanız kimdi?
Bağlama çalıyorum kendimce. İlk solfej bağlama Hocam değerli büyüğüm Hüseyin Fırtına’dır.
13.Konserevatuar mezunusunuz. Neden Halk Müziği dalını seçtiniz bu seçimde hocalarınızın bir etkisi oldu mu Çocukken türkü söyler miydiniz. Hangi sanatçıları dinlerdiniz?
Türkülerle doğup büyüdüm diyorum bu soruya. Mahalli sanatçılar en büyük rehberlerimdir.
14.Beş yıl Milli Eğitim Bakanlığına bağlı İlk ve Ortaokullarda Müzik öğretmenliği yapmışınız. Hangi okullarda görev yaptınız. Öğretmenliği nasıl buldunuz. Kendinize ait özel bir Müzik Eğitim Merkezi düşünüyor musunuz?
İstanbul ve Edirne’de çalıştım. Öğretmenlik sabır ve sakinlik isteyen bir iş. Gerçekten kutsal bir görev ama sanatçılığı daha çok sevdim.
15.Yüksek lisansınızın konusu “Şanlıurfalı iki usta Mukim Tahir ve Bakır Yurtsever” dir. Ben Kamu görevlisi olarak 2 yıl Urfa Suruç’ta bulundum. Müzikle hayli yakınlığım olmasına rağmen bu iki usta hakkında hiçbir bilgiye sahip değilim. Verdiğiniz bu tezi yayınlayabilir miyiz?
Elbette ama İtü’den istek yapmanız gerekecek.
16.Öğretmenlik Radyo Sanatçılığı ve Yüksek Lisansı aynı anda sürdürerek sonuçlandırdınız. Bu kadar azim ve kararlılık takdire şayandır. Yabancı dil eğitiminiz ne durumdadır. Bizi yurt dışında temsil eden çok fazla sanatçımız yok. Yabancı parçalar söyleyebilir misiniz. Bir de Romanya da Transilvanya bölgesi Karpatların eteklerinde Avrupa Hunlarının soyu olan Sekelistan diye yeni bir Türk devleti çıktı. Oradan bir konser teklifi gelse sıcak bakar mısınız?
Gerçekten zor bir dönem geçirdim ama yine gerekse, yine yaparım. Yabancı dilim okulda aldığımla kaldı geliştiremedim. Arapça şarkıları ezberleyip söylüyorum bazen. Türkü dinlemek isteyenler nereye çağırırsa oraya giderim memnuniyetle. Sonuçta bu bir misyon benim için.
17.Müziğe ilgi duyan gençliğe mesajınız ve tavsiyeleriniz nedir?
Çalışsınlar ve yalnızca kendileriyle yarışsınlar. Ve kalplerini hep temiz, ilişkilerini hoşgörülü tutsunlar. Bu, sanatlarına samimiyet ve olgunluk olarak yansıyacaktır.
18.Biz Emirdağlılar Türkmenlerin kültürünü yaşatan ender boylarından biriyiz. Belçika merkezli Avrupa’da da ciddi bir nüfusumuz var sizden toplumumuz Emirdağ Türkülerini yorumlamanızı talep etmektedirler. Türkülerimizden Al Fadimem 2000’li yıllarda yılın Türküsü seçilmişitr. Türkülerimiz
Al Fadimem : Songül Karlı,Gülay,Kubat
Emirdağı brbirine ulalı : Musa Eroğlu,Gülay,Sevcan Orhan
Kubat
Zalım Poyraz :
Nazlı Öksüz,Musa Eroğlu ,Kubat
Harmana sererler sarı samanı : Musa Eroğlu,Özlem Özdil,Kubat
Suvermez bağında yeşil üzüm var : Kubat,Fakı edeer
İsimli sanatçılar tarafından yorumlanmıştır.
Size şunu söyleyeyim; Emirdağ türküleri benim en sevdiğim türküler listesinde hep üst sıralarda olmuştur. Kubat gibi bir temsilciniz olması da bir başka ayrıcalığınız. Dilimin döndüğünce okumaya çalışıyorum Emirdağ türkülerini. Madem talep var, bundan sonra daha yoğunlaşacağım.
19.Sunuculuğunu yaptığım internet radosu http://www.simalruzgari.com da sizin söylediğiniz hoyrat ve gazeller dinleyicilerden çok olumlu tepkiler almaktadır. Hatta sizin Youtube de bulamadığımız parçaları temin etmek için başvurmadığımız yol kalmadı. Hala maraş maraş isimli parçanızı MP3 formatında tedarik edemedik.Bir çoğu eksik lütfen yorumladığınız eserleri youtube ye yükleyin veya yükletin. Radyo dinleyicilerimiz ve personeline nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
Youtube a videoları programları dinleyip kaydeden dinleyicilerimiz yüklüyor. Tüm personel dinleyicilerinize saygı, sevgi ve selamlarımı gönderiyorum. Türkülere hep böyle sahip çıksınlar ki bu kültür asimile olmasın.
20.Bu söyleşi aynı zamanda Belçika da yayın yapan Emirdağlıların yayın organı www.Gazeteturk.be de yayınlanacaktır. Gerek Emirdağ da Eskişehir de ve Belçika da yaşayan hemşerimize nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
Tüm Emirdağlı dostlara saygı ve sevgilerimi iletiniz lütfen. Türküler yoldaşları olsun…
21.Samsun 19 Mayıs Üniversitesince “Sanatçı Onur Ödülü” ne layık görülmüşsünüz. Bu ödülü anlatır mısınız. Ödül töreninden görüntüler verebilir misiniz?
Üniversite öğrencileri bizi layık görmüşler sağolsunlar. Benim için onurdu.
22.Size “Gazel Hanım” ve “Bayan kazancı” lakapları takılmış bizlerde sizi Türkmen Hoyratlarının sultanı olarak addediyoruz bu nasıl oldu. Kimler bu lakabı taktılar?
Gazel Hanım’ı ilk defa bir konser esnasında İstanbul Radyosu emekli sanatçılarından Ali Gürlü’nin sunumunda duydum. Ama kimler bu lakabı taktı kesin bilemiyorum. Fakat çok mutlu olduğumu söyleyebilirim. Dişi Kazancı Bedih lakabını Şanlıurfalı bazı gazeteci dostlar takmış sanırım. Biz onun ve diğer ustaların yolunda giden öğrencileriz sadece. Hepinize çok teşekkür ediyorum.
23.Hobileriniz neler. Yayınlanmak üzere çocukluk veya Gençlik yıllarınıza ait bir fotoğrafınızı verebilir misiniz? Hatta dijital imzalı olanı tercihimizdir.
Çizgi roman, şiir, karikatür ve sinema seviyorum.
24. Özel hayatınız (Eş ve çocuklarınız) la ilgili soruya cevap verip vermeme takdiri size aittir.
Evli değilim efendim.
25.İç Anadolu Bölgesindeki arkadaşlarımız Avşar Bozlaklarından Yusuf Beyim Aşağıdan Gelirken isimli Hacı TAŞAN’ın okuduğu bir bozlağı okumanızı istenmektedirler.
Yöre tavrını verebilme konusunda kusurlarımı bağışlayacak olurlarsa okurum elbetteJ Sağ olsunlar…
26.Bize bu kısa söyleşi imkanı verip sizi kamuoyunun yakından tanımasına fırsat verdiğiniz için şahsım mensubu bulunduğum toplum ve Şimalruzgarı ile Gazeteturk ailesi adına teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyorum. İnşallah sizi gelecekte daha iyi yerlerde görürüz. Bir hayranınız olarak sizi takdirle takip ediyoruz. Gözümüz üzerinizde kulağımız sizdedir bilesiniz…
Ben de size ve şahsınızda, tüm türkü seven dostlara saygı sevgi ve teşekkürlerimi sunuyorum. Yeni bir albüm armağan ettim sevgili dinleyenlerime. Efsun isimli. Sevgilerimle birlikte kabul buyursunlar. Hoşçakalınız…
Röportaj : Hüseyin Kocabaş